>

Aradığın aslında nedir ki?

Friday, October 19

2 konu vardı 3 oldu

Aslında bu yazının ana teması akşam çaya gelecek olan misafirler ve 4 yaşındaki çok sevimli oğluşlarıydı, lakin internet dünyasında yelkenlerini rüzgarla doldurmuş hızla yol alan k.i.s.d sabah turlarını yaparken kendine bir konu daha buluverdi.

Misafirlere kısaca değinmeli yine de. Bu aralar hayat çok hızlı akıp gidiyor. Gün geçmiyor ki eşim yeni bir ödev veya projeyle eve dönmesin. Zaten bu günleri öngörerek IKEA yardımıyla oluşturulmuş olan çalışma odası evde en çok vakit geçirilen bölüm ünvanını yatak odasına kaptırmamakta oldukça ısrarlı.

(Bir yorum geldi paylaşmam lazım. Çok kızdım gerçekten. Hakikaten acaip insanlar var dünyada. Bir şey diyosun bari adını yaz, anonim...

Anonymous dedi ki...
çalışma odanızdan önce vakit geçirdiğinizin en fazla yerin yatak odası olduğunu ima etmişsinzi.ya sizde utanma da yok haya da.çok salaksın gerçekten
October 19, 2007 3:03 PM


k.i.s.d: Matematiksel bir hesap yaparak yazmıştım aslında. İkimiz de çalışıyoruz. Haliyle günün 11 saatinde yolda veya işte oluyoruz. Eve 13 saat kaldı. Benim 2 saatim net mutfakta geçiyor. 7 saat uyuyorum. Geriye kaç saat kaldı=4. O da oturma odasında geçiyor. Tabi eşim 5 saat falan uyuyor ve mutfakta ortalama 45 dk. geçiriyor. Kalan tüm vakti çalışma odasında geçiyor. Yani buraya da bu açıklamayı yazdırdın bana inanamıyorum. Benim kendi adıma evde en çok zamanım yatak odasında uyuyarak geçiyor. Eşimin ise çalışma odasında... Ve malesef bu yorumu yazan kişinin kafasını bu şekilde düşünmeye programlamış olan nedir bilmiyorum... Sözün bittiği yer işte burası. Lanet olsun!!!!

Evimize prezentasyon kumandasından bilgisayar-TV ara ses kablosuna kadar hayatımda ilk defa duyup gördüklerim kümesine ait olan ne varsa hücum ediyor. Mecidiyeköy’e her yolu düştüğünde eşim eve başka bir teknoloji satıcısı firmanın torbalarıyla dönüyor ve “ben” bu duruma hiç şaşırmıyor.

Bu temponun arasında k.i.s.d isimli ev sakininin payına -zaten mesleğinin gereği yapması gereken- lojistik destek ve hizmet faaliyetleri düşüyor. Kesinlikle şikayetçi değilim.

Misafirlere değinecektim konu nerelere geldi. İşte bu temponun ara sıra durulması adına eş-dost-arkadaş-kardeş grubundan birilerinin eve gelmesi benim için hoş bir değişiklik oluyor. Her ne kadar “Lojistik destek ve hizmet elemanı” olarak yine bir sürü sorumluluk altına girecek olsam da iki çift laf edecek, güleryüz görecek olmak hizmetin külfetini azaltıyor.

Uzun zamandır bizi ziyaret etmek isteyen arkadaşlarımız bu akşam evimizi şereflendirecekler. Bir çay daveti ayarladık ve hatta sadece çay demlemeyi bile düşünmedim değil. Ancak biz onlara sadece kahve içmeye gittiğimizi sandığımız bir akşam kızcağızın çalışan bir hanım olmasına rağmen tabir yerindeyse “döktürmüş” olması benim “sadece çay plan”ımı projelendirilme aşamasındayken fizibilite eksikliği nedeniyle rafa kaldırmama neden oldu. Neyse ki artık eve 18:10 gibi ulaşabiliyorum, zamanım bollaştı. Dün, akşam yemeğini yerken bir yandan da ne yapabilirim diye düşündüm. Yemek yemeden gelecekler ve çay menüsünde
*bir tuzlu
*bir salata
*bir tatlı şey olması ideal olurdu. Bu durumda en sevdiklerim klasöründen şunları seçtim:

1-Portakal ağacından “Minik Lahmacunlar
2- Gelinciklerdeki “Yeşil Mercimekli Buğday Salatası
3- Ufuk'ta Mutfaktan öğrendiğim “Frambuazlı Parça Çikolatalı Cheesecake

Cheesecakei dün akşam hazırladım. Daha önce bir kere denediğim için tadı konusunda içim rahattı. Bu tarif incelediğim New York tarzı olmayan cheesecake tarifleri arasında en çok beğendiğim tarif. Ve tad olarak hem yeni dünyada hem de burada yediklerime çok benziyor. Nam-ı diğer “Peynirli kek”i hazırlarken bir yandan da buğday salatası için buğday ve yeşil mercimek haşladım. Sularını süzüp karıştırıp soğutup onları da buzdolabına kaldırdım. Minik lahmacunlar için gerekli olan kıymayı buzluktan dolabın alt kısmına indirdim. Kıyma akşama kadar yavaş yavaş çözülecek.

Bu akşam yapılmayı bekleyenler:
1-Peynirli kekin sosu (yarısına frambuaz diğer yarısına çikolatalı sos yapacağım ve böylece frambuaz sevmeyenler üzülmeyecek)
2-Buğday salatasına kornişon turşu, salatalık, yeşil soğan, maydonoz ve nane doğranacak. Limon, sızma, nar ekşisi, tuz, karabiber ve kimyon eklenecek.
3-Minik lahmacunlar hazırlanacak. (Tahminen 30 dk alır)
4-Çay demlenecek.

67 metrekareden müteşekkil evimizi süpürmek aşağı yukarı 10 dk sürdüğü için bu kısmı iş listesine bile koymuyorum:)

Neyse, bu laf bolluğunu günlerdir ne evde ne de ofiste canı istediğince konuşamayan bir deli kız olmama verin lütfen :) Taşınma sürecinde evimizde büyük bir tadilat yaptırmak zorunda kalmıştık. Bina çok eskiydi, mutfak çok yıpranmıştı. Özellikle mutfak ve salon epeyce uğraştırmıştı. Mutfağın mobilyasını önce Koçtaş’tan almaya karar vermiştik. Sonra Koçtaş’ın “Dolabın montajından önce ev sahibinin yapması gerekenler “ listesi ile karşılaşınca dolabı teslim almadan iade ettik. Dolabın monte edileceği yüzey dümdüz olmalıydı, sıvası boyası yapılmalıydı, tesisat sorunu olmamalıydı ve en erken 10 gün sonra takabilirlerdi. Neyse, bunun sonunda eşim ve montaj işlerinden anlayan bir arkadaşı Dudullu’daki bir mutfak dolapçısından yapılmış ama satılmamış bir mutfak dolabı buldular, dolaba bir kaç ekleme yaptırarak çok uygun bir fiyata satın aldılar. Dolabı bir kamyonet bulmak suretiyle eve taşıdılar ve bir matkap yardımıyla duvara monte ettiler. Olayın aslında ne kadar basit olduğu da bu noktada anlaşıldı.

Bu sabah, “günlük internete göz atma safhasında” çok hoşuma giden ve bunca zamandır farkına varamadığıma hayıflandığım bir “proje-kitap”a rastladım. Kitap :Bu ve işte Proje . Evinizin donanımında çözülmesi gereken sorunları belirlemenizi ve 8 haftalık bir sürede bu sorunları aşama aşama çözmenizi sağlayan bir proje bu. Her haftanın bir konusu ve ödevleri var. Projenin websitesinde insanlar birbirleriyle yardımlaşabiliyor, görüş alışverişinde bulunuyorlar. Ayrıca projeye katılan çoğu kimse kendi websitesinden yaptıklarını yayınlıyor. Böylece bir sürü güzel fikir ediniyoruz.

Sadece dekorasyon konusuyla bunu kısıtlamak istemem. Çocuk eğitiminden mutfakta uzmanlaşmaya kadar bir çok konuda bu tarz toplu ve kendinden itkili eğitimler-kitaplar-projeler olsa çok faydalı olurdu. Bloglar bu toplumsal proje için çok güzel zemin oluşturuyor. Eskiden de komşu teyzeler ekibi varmış değil mi? Gerçi bizim evde gün falan hiç olmazdı. Annem yalnız kalıp kitap okumayı veya arkadaşlarıyla dışarıda buluşmayı tercih ettiğinden komşu teyze kavramından bi-haberim. Eşimin annesinin komşuları bu konudaki bilgisizliğimi gidermemde yardımcı oldular. Ne var ki o kadar iç-içe olmayı da ben kabullenemedim. “Anasına bak kızını al” sözünü boşuna söylememişler.

Yaklaşık bir aydır takip ettiğim bir blog var. Flip This (http://dayataglance.blogspot.com/) rumuzuyla yazan bir arkadaş, San Fransisco’da yeni taşındığı evi kendi el emeğiyle onardı ve boyadı. Onu okurken çok mutlu oluyorum. Her odayı projelendirmesini, o odada yaptığı çalışmada kullandığı malzemeleri yazmasını, önce-sonra fotoğrafları koymasını.. o kadar iş arasında internete emek vermesini çok takdir ediyorum. Üniversitedeki son senemde yaşadığım evi bir dostumla boyamıştık, hep o günü hatırlıyorum. Bir de büyükbabam geliyor aklıma. Büyükbabamın babası usta bir marangozmuş. Büyükbabamın da elinden her ağaç işi gelir. Senelerden bir sene, ben 11 yaşında falanım, büyükbabamlarla yaylaya gitmiştik. 2 katlı eski ahşap bir ev tutulmuştu 3 ay için. O evi büyükbabam 3 haftada tamir etmişti. Eve tahtalarla döndüğü günlerde çok seviniyorduk. Onunla birlikte biz de çakıyor boyuyorduk. Böyle bir tamiri kendi kendimize yaptığımız için gururlanıyorduk belki. Emek vermek, alın teri dökmek bu yüzden kutsal olsa gerek. Kendi emeğinin ekmeği daha bir lezzetli geliyor insana.

Tabii bu internet faaliyetinden bahsetmişken http://www.apartmenttherapy.com/ linkini vermeden olmaz. Bakın, içiniz açılsın, dünyanız renklensin.

Dün kendi kendime sordum: “Neden hiç gündeme ilişkin yazmıyorsun?”. Düşündüm, hakikaten oturup terör konusunda sayfalarca yazabilirim. Bununla birlikte yazdıklarım duygusal rahatlamadan başka bir şey sağlamaz. Konunun uzmanı olmak isterdim. Söylenecek çok şey olurdu o zaman. Tek diyebileceğim, dün akşam Kurtlar Vadisi-Terör dizisini izlerken ağladım. Beyni yıkanmış vatan evlatları için ne yapabiliriz diye düşündüm ve bir şey bulamadım. Beyni yıkanmış bir insanla nasıl konuşulabileceği konusunda zihnimde şimşek çakmadı. Ve anladım ki, ben bu konulardan bahsetmiyorum çünkü bu şekilde kaçıyorum. Sorunu çözemediğim için sorun yokmuş gibi davranıyorum. Oysa ki acı yanı başımızda. O dağlarda günlerce terörist peşinde koşmuş, yanı başında tanıdıkları ölmüş insanlarla 2 sene önce aynı sofrada yemek yiyen bendim.

Kürtlerin bağımsız bir Kürdistan’da Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşadıkları özgürlüğü bulamayacaklarını tahmin ediyorum. Bugün İstanbul’da 1 milyondan fazla Kürt vatandaşımız var. Ne güzel hep beraber yaşayıp gidiyoruz. Gitsinler, şehri kirletiyorlar, suç oranı arttı diyor muyuz? Kovuyor muyuz? ABD denen, kendini terör karşıtı sanan ülkede zencilere yapılan muameleyi mi yapıyoruz? New Orleans’ta unutulan, selin ve yıkımın getirdiği acıyla kendi kendilerine başa çıkmaları beklenen halkın yaşadıklarının aksine güneydoğuda sel olduğunda yardım etmedik mi? Ayrımcılığı kim yapıyor gerçekten görülsün isterdim.

Bir arkadaşım var. Van’da hekimlik yapıyor. Bayan. Gittiğinde ilk heves Kürtçe öğrenmeye başlamıştı. Başına gelen bir çok olay onun bakış açısını değiştireyazdı, umutlarını epeyce hırpaladı. Bu olaylardan birisini aktaracağım: Bir gün bir kadın hasta ile eşi muayeneye geliyorlar. Kadının sancısı varmış, arkadaşım sancı hakkında teşhis amaçlı sorular soruyor. Kadın da Türkçe yanıt veriyor. Sonra kadının eşi Kürtçe kızıyor kadıncağıza ve o saniyeden sonra kadınla arkadaşım arasındaki ilişki adam üzerinden kuruluyor. Hasta ve eşi odadan çıktıktan sonra arkadaşım Kürtçe bilen hemşireye adamın ne dediğini soruyor. Adam eşine demiş ki: “Bir daha Türkçe konuşursan kemiklerini kırarım”. Ne acı değil mi? Bir yanda Kürtçe öğrenmeye can atan bir hekim, sırf yardım etmek için... Diğer yanda uzatılan eli istemeyen bir tavır. Bu çok acıtıcı.

Bu yazı çok uzadı ve derinleşti. Bu kadar derinden su yüzüne çıkamayıp vurgun yemekten korktuğum için yazıyı burada kesiyorum.

Sevgiler.

Labels: , , , , , ,

10 Comments:

çalışma odanızdan önce vakit geçirdiğinizin en fazla yerin yatak odası olduğunu ima etmişsinzi.ya sizde utanma da yok haya da.çok salaksın gerçekten

October 19, 2007 3:03 PM

 

Çok ayıp ya nerenizden anlamışsınız, ben uykuyu kastetmiştim.

Bu durumda salak sen oluyorsun sanırım.

October 19, 2007 4:32 PM

 

Aman KİSD gül geç Allahaşkına, yok utanmamız de, sen de orada fazla zaman geçir, asabiyetine iyi gelir de, ha ha haaa!

October 22, 2007 10:33 AM

 

Aslıcım haklısın, haya utanma gibi temel konulara dalınca arkadaş, ben de epey ciddiye aldım mevzuyu. Olası internet terörüstlerinden biri aslında...
Neşeli günler...

October 22, 2007 11:20 AM

 

:) Namus bekçisi Ankara'dan bana şöyle yazmış:

k.i.s.d ye yorum bırakmışsın böylelerini ciddiye alma diye.doğru aslında senin gibi şerefsizler için namus gülünülecek bir mevzu.sende gül belki gülmekten yırtılır, geberir gidersin de bu dünya senin gibi mikroplardan temizler.

KENDİLERİNE İADE EDİYORUM BURADAN, ÜZGÜNÜM TERBİYEM ELVERMİYOR CVP VERMEYE. SEN DE BİR DAHA YATAKODASINDA UYUMA BAK, NAMUSSUZ ŞEREFSİZ HAYSİYETSİZ FALAN OLURSUN ALİMALLAH ;)

October 22, 2007 9:07 PM

 

Öncelikle sana email yoluyla ulasmaya calıştım ama faied oldu bu kadar emek verip yazmıştım boşa gitmesine gönlüm razı olmadı bende sana bu sekile ulaşmaya çalışacağım. Bu arada kimseye hesap vermek zorunda değilsin varsın o öyle düşünsün boşver. Sevgilerle......
Merhabalar

Nazik yorumların için teşekkür ederim gerçekten yaptıklarım vintage olarak tanımlanabilir ama cokça modern tasarımlarda yaptım ve ne yazık ki çogunun fotoğrafını çekmeyi unuttum. O anki haliyeti ruhiyem beni çok etkiliyor (32 yasındayım ama bu şekilde konuşunca bazı arkadaşlar beni biraz daha büyük zannetmişler 60'lar falan)

Aslında ahşap boyamayı herkes yapabilir kendini sakın negatif anlamda etkileme bu hayatta ki diğer tüm tecrübelerin için geçerli. Ancak belki yaptığım tüm çalışmalarıma baktıysan ben rutin alışılmış olan piyasadakilerden farklı çalışmaktayım. Bu aşamaya gelebilmem biraz zaman aldı.

Bu çalışmada öncelikle ham bir kapı gazeteliği almalısın ve istediğin renkte su bazlı boyaları edinmelisin. Unutma herzaman uzun kenar boyunca boyamaya başlıyacaksın. İlk katı boyadıktan sonra zımpara ile hiç pürüz kalmayacak şekilde zımparalayacaksın ardından bir kat daha boya süreceksin ve ardından tekrar zımparalayacaksın ve ardından bir kat daha boyayacaksın. Önemli olan ham doku gözükmeyecek ve frça darbeleri olmayacak. Benim projemde ahşap kabartmalar var senin bulman biraz zor benim birlikte çalıştığım bir ustam var onun tel testeresi var resmin etrafından bana kesim yapıp veriyor ama seninde böyle bir tanıdığın varsa sende aynı işlemi yapabilirsin. Ben sana biraz daha basit olanı anlatıyorum; sıra resime geldi istediğin her resmi kullanbilirsin bunları satan yerler var, ben orjinal resimi hiç kullanmıyorum onun renkli fotokopisini kullanıyorum. Resimi etrafından kesip dekupaj tutkalı (ben royal coat kullanıyorum) ile resmin arkasından her tarafına fırça yardımıyla sürüyorum ve resmi gazeteliğin istediğin yerine yapıştıracaksın; eski bir penye kumaşla yumuşakça resmin üzerinden sıvazlayarak arada kalabilecek olan hava kabarcıklarını çıkartacaksın ve tekrar 2 defa resmin bu sefer üst yüzüne dekupaj tutkalını süreceksin böylece resmi dayanıklı hale getireceksin. Şimdi en son işleme geleceğiz subazlı vernikle 5 defa kuruması beklenerek gazeteliğin her tarafına süreceğiz ve iyice kuruduktan sonra güle güle kullanabilirsin.
Bu kadar uzun bir cevap beklemiyordun değil mi bende kendime şaşırdım bir iki gün içinde yeni bir kapı gazeteliği tamamlayacağım şimdiden çok hoş olmaya başladı onun hakkında da yorumlarını bekliyorum.
Süreye gelince elinde tüm malzemelerin varsa yarım günde bitirirsin. Malzemeleri (ben İstanbulu çok bilemediğim için) Semih Yenerden edinebilirsin.

October 22, 2007 11:10 PM

 

Insanin fikri neyse zikri de odur. Ben de uyumak manasinda anladim. Anlayisi kit olunca insan, boyle komik durumlara dusuyor.

Sevgili KISD, sen bunlari takma hayatim. Yatak odasinda uyundugunu bilinmeyen cahiller ve komik tiplerle de ugrasma. Sil gitsin... Ucuurrrdum seni de ona da. :-)))

October 23, 2007 2:25 AM

 

Archicim sanırım maksat bağcıyı dövmekten öte bişiy. Lakin bağcı çetin çevizdir pek belli etmese de.

October 23, 2007 9:29 AM

 

Aygün hanım çok teşekkür ederim. Bakalım başarabilecek miyim?

October 23, 2007 9:31 AM

 

Aslıcım çok üzgünüm bana destek olmaya çalışırken başına böyle tatsız bir şey geldiği için. Sana mail attım bi ara bakarsın.

October 23, 2007 9:32 AM

 

Post a Comment

<< Home

 
z_post_title="<$BlogItemT2 konu vardı 3 oldut> d="stats_script" type="text/javascript" src="http://metrics.performancing.com/bl.js">