>

Aradığın aslında nedir ki?

Monday, August 27

Balkonlar

Balkonumdayım. Gözlerimi alabildiğine geceyle doldurmuş, sol tarafımdaki ormanın karanlığı içinde yanıp sönen bir ışığa takılmış, duruyorum. Kulağımda sevdiğim şarkılar, elimde incecik kenarlı, beyaz bir porselen fincan, fincanın içinde çayım var. Ne tuhaf, yine giden ben oluyorum. Bir türlü "kalan" olmayı beceremiyorum. Her eylem belli sonuçlar doğurur ve ben gitme eyleminin yol açabileceği kadar yükü taşıyabiliyor, kalmaktansa ölesiye korkuyorum. Bu son gecelerimden birisi. Önümde ıssız uzanan ormana doyasıya bakmalıyım. Çünkü bir gün geri döndüğümde bu orman ve bu balkon eskisi gibi olmayacak. "Olur, ümidini kesme" diyenlere sözüm şu ki: "Belli konularda, benden daha olumlu düşünen biri var mı diye merak ederim. Konu mekanlar olduğunda, tecrübelerimden bir şey öğrendiysem şayet, o da bırakılan yerlerin bir daha asla eskisi gibi olamadıklarıdır. 2 gün sonra bu evde, bu balkonda bana ait çok az şey kalacak. O yüzden, gözümün önünde kesintisiz uzanan yeşilliği içmek, içmek istiyorum. Bu kesintisizlik bana akmayı çağrıştırıyor. Sanıyorum ki akacağım, akacağım. Bir dağın başında yaşamanın tek güzel tarafı bu olsa gerek.

Taşınmak, bir mekana ait tüm duygulardan arınıp başka bir mekanın boyasına bulanmaktır benim gözümde. Evler, içindeki insanlarla yaşar olduğundan en çok evler etkilenir insan göçlerinden. Boşalan evlerin hüznü boş odalarda, unutulmuş sabun kalıplarında, terk edilmiş eski bir abajurda-yastıkta cisimleşir ve gidenlerin yasını tutar. Dolan evin çingene çadırına benzer odaları. Açılan koliler, saçılan giysilerde cisimleşir sevinç. Ben kendimi evlere benzetirim bu süreçte. Boşalanı anlamak için bir empati yöntemim var, ne zaman bulduğumu hatırlamadığım.

Yöntemimden bahsetmeden önce balkonları anmalıyım. Evlerin gözleri pencereler ise dudakları da balkonlar olmalıydı. Pencere görme ve gösterme konusunda ne kadar başarılı ise de, iş konuşmaya gelince lal kesiliyorlar. Balkonlar yaşadığım evlerden bana kalan son ve yegane hatıraları barındırır. Kendi gözlerimle evin dışındaki dünyayı, sokakları, komşuları, gökyüzünü anlamlandırmak için evin sesinden yardım alırım. Kendimi bildim bileli bu böyledir. O kadar çok balkon tanıdım ki... İlk başlarda başımı demirlerinin arasına sokup ağlayacak kadar ufak bir insan yavrusuydum. Bir balkonun bana attığı ilk ve son kazıktır o hikaye. Sonra daha ufak bir balkonum oldu, alt komşunun Türkçe bilmeyen kızını kendisiyle aynı dili konuştuğuma ikna etmeye çalışıyordum. Daha sonra bir başka şehrin balkonuyla tanıştım, akşamsefaları yetiştirdim saksının içinde.

Her balkonun şehri, gökyüzü, komşuları farklıydı. Bir çoğunun ortak yönü alabildiğine gökyüzüydü. Takım yıldızları ve göbek bağımla bağlı olduğum ayı izlemek en çok ve en güzel balkonda mümkün oluyordu. Bazıları ise sokak aralarına bakıyordu, başımı kaldırdığımda diğer binaların 7. katlarına kadar görebiliyordum.

Ve vedanın anlamını idrak edecek kadar büyüdüğümde bırakıp gittiğim evle aramda son bir görüşme için en uygun mekan oluverdi balkon.Sanki hem evin dışıyla hem de içiyle aynı anda hemhal olmamı mümkün kılıyordu.

İlk aklı başında vedamı 15 yaşında eda etmiştim. Kulağımda sevdiğim şarkılar, içimde göstermekten çekindiğim bir hüzünle önce mum çiçeğime, sonra dolunaya ve en son da manzarama veda etmiştim. Ve bu ritüel törensel bir hal aldı zamanla, adı konmamış bir veda konuşması... Ayrıldığım her balkonda kendime ait çok şey bırakarak balkonların özlemini hafifletmeye çalıştım. Törenin kapsamı genişledi. Vakti gecede sabitlendi. Karanlık şehrin üstüne yorgan-misal serildiğinde, kulağımda en sevdiğim şarkılar ve ben, bir iskemle ve bir fincan çay... hepimiz kendimizi balkonda buluyorduk. Evde yaşadğımız tüm güzel günleri anıyor ve sonra da sokakla son sözlerimizi paylaşıyorduk. İşte bu törenler vasıtasıyla ben, evle bir oluyor, onun ne hissettiğini anlayabiliyordum.

Balkonlara dair anılarımın bir kısmı da kendime ait ilk odamı çevreler. Evden ayrıldığım 15 yaşıma kadar 4 senemi, 15-22 yaşlarım arasında ise her yaz en az 1 ayımı geçirdiğim odam, etrafı sonradan pencerelerle kapatılmış bir balkondu. Veda törenlerinin provası mahiyetinde ilk çalışmalarım orada başlamıştı aslında. Hava kararınca başucumdaki masa lambasını yakıp, sıcak yaz gecelerinde perdemi ve penceremi açıp bence dünyanın en güzel manzaralarından biri eşliğinde yazar, yazardım. Hikayeler, anılar ve mektuplar kağıtlara aktarılırken üzerinde ışıl ışıl yansımalarla eski baraj gölü eşlikçim olurdu. O balkon-oda, o manzara en mahrem anılarımın, gönderilmemiş mektupların, sevdiğim şarkıların tamamını benimle birlikte tecrübe etmişti. Susan, anlayan bir dosttu benim için. Zamanla o baraj gölü bir ayna oldu, baktığımda beraberimde gezdirdiğim tüm hikayeleri bana anlatan... Eve her gidişimde, ilk merhaba dediğim noktalardan biriydi odam. Suya baktığımda unuttuklarımın hayaletleri el sallıyorlardı teker teker. Bir gün, aradan yıllar ve kıtalar ve hatta okyanuslar geçmişken, küçük kız büyüyüp bir kadın olduğunda, evine döndü. Manzarasına ve aynasına "merhaba" demek için perdeyi açtığında iç burkucu bir feryat döküldü. OLAMAZ!!

Geri dönmemek, kaçmaya müsait bütün yolları yok etmek için gemilerini kendi elleriyle ateşe vermiş bir kadının anılarıyla arasına dikilmiş bir duvara karşı kayıtsız kalacağını, asla aldırmayacağını düşünürsünüz. Oysa ki, işin aslı öyle değil. Gemilerini yakacak cesareti kendisinde bulduğu gibi, anılarıyla arasına duvar örme görevini de kendisine bırakmalıydılar. Hoyrat ve olabildiğine umursamaz bir tavırla, kendilerinden gayrı kimsenin yaşamına saygı duymayan kaba saba adamlar, bir kaç günde istiflemişti betonları, tuğlaları. Oysa ki danışabilirlerdi. Bir kez sorsalar yitirmişlik duygum bu kadar yakıcı olmayacaktı. İzin verecektim. Muhtemelen "örün gitsin" diyecektim. Hatta belki ben de katılacaktım bu çalışmaya. Şimdi ise sanki benden zorla almışlardı hatıralarımı. Geriye gözümü dayayayabileceğim bir kapı deliği bile bırakmamışlardı. Duygularımın orta yerine, şekilsiz, estetikten uzak, mavisi sahte bir blok dikmişlerdi, umarsızca. Halbuki mavi ne kadar da güzel bir renktir.

Bir uzvumu canlı canlı kesip atmışlar gibi...öyle acıdı ki! Sonra buna benzer başka bir anım olduğunu hatırladım.

İzmir'de, güneşin ve "merhaba"nın kentinde geçirdiğim son bir yıl hep aynı evin izleriyle doludur. Kaç gece sabahlara kadar kız-kıza muhabbetlerin dibine vurduğumuz, yeri geldiğinde gece yarılarına kadar cadde-sokak dolaşıp yine döndüğümüz, paylaştıkça çoğaldığımız yuvamız... Şehri temelli terk ettiğimi sandığım dönemlerde, valizimi toparlayıp tüm mekanlara veda ederken, en çok o evin balkonunda oturdum ben. Beyaz porselen fincanımda çay, kulağımda yine en sevdiğim şarkılarla balkonun baktığı 540 sokağa dalardım. Hatırlıyorum da, törenlerimin arasında en suskunu onlardı. Belki de ne söyleyeceğimi bilemediğim içindir...

1-2 sene sonra tekrar İzmir'i göresim geldiğinde, evime ve balkonuma merhaba demek istediğimde soğuk bir "Avukat" tabelası yaralamıştı gözlerimi. Neşeli kızların çılgın, güleryüzlü ve utangaç ilk gençliklerinin üzerine ne kadar ciddi bir hukuk bürosu kurulabilirdi ki?

Dünya değişiyor, sürekli devinim halinde. Bu değişimlerden en çok nasibini alan şey ise geçmişimiz. Anıt-mekanları, yani anıların bekleştiği sokakları, evleri ve balkonları bizden ayırıyorlar. Sanki görünmez bir el dünyayla ilgili arkamda bıraktığım her şeyi siliyor. Öyle ki, bir gün benden -yani anıların sahibinden- başka hiç kimse inanmayacak orada gerçekten bir ev, bir balkon ve bir hikaye olduğuna. Sormadan, hoyratça kesiyorlar geçmişimle bağlarımı. Elimden gelen bir şey yok, olmamalı da. Çünkü ben gemilerini yakmış bir kadınım.

3 Comments:

Ben geldim tatilden bu arada benim adımı kullanarak sağa sola pis yorum bırakanlar var aman dikkat bunu oku lütfen olur mu çok önemli arkadaşım http://www.edasuner.com/onemli/

August 31, 2007 3:10 AM

 

çok güzel yazmışsınız. aynı dönemde benzer duyguları yaşamışız. hayat böyle demek ki; birbirinin eşi değil ama benzer hikayeler... merhaba.

September 13, 2007 9:38 AM

 

Merhaba Beyhan,

Teşekkür ederim. Benzer hikayeler tamamen, ve hatta herkes kendi içinde özel olduğuna inansa ve bütün hisleri bir tek kendisi yaşadığına emin olsa da, aslında herkes aynı hikayeyi yaşıyor.

September 13, 2007 9:59 AM

 

Post a Comment

<< Home

 
z_post_title="<$BlogItemTBalkonlart> d="stats_script" type="text/javascript" src="http://metrics.performancing.com/bl.js">